yunusemre zafer canakkale blanc
Rubriques
>> Toutes les rubriques <<
· =GRAFİKLERİM ==>öncelikli (948)
· SÖZLER (271)
· SERBEST ÇALIŞMALARIM. (539)
· "KUR'AN DiYOR Ki ; (129)
· KARAKALEM RESİMLERİM (162)
· DEYiŞ & NEFES & SEMAH & iLAHi & TÜRKÜ (133)
· ZEMINI ALTIN SARISI OLAN CALISMALAR (275)
· DESEN TUBELER (597)
· SAKLI BAHÇE (241)
· =T U T O R i A L S ==>öncelikli (212)
· Karakalem manzara resimleri
· Yunus EMRE den
· PADİŞAH FATİH SULTAN MEHMET HAN VE DERS ALINASI SÖZLERİ
· Yunus EMRE den
· Yunus EMRE den
· Yunus Emre & "Eğer Aşkı Seversen" Ve İlaveten.
· (Turkce)Tesekkur ederim 2
· Turnalar
· Hiç Dikkat Ettiniz mi ?
· Ben Gelmedim Dava için
· *ATATÜRK RESİMLERİ*
· SEMAH VE DEYİŞ
· İncitme - Alvarlı Efe Hazretleri
· Bana Seni Gerek Seni
· KızKulesi-İstanbul
Date de création : 14.08.2013
Dernière mise à jour :
07.02.2023
7572 articles
ANAFARTALAR KUMANDANI
MUSTAFA KEMAL
İLE
MÜLÂKAT
RUŞEN EŞREF ÜNAYDIN
BAŞLARKEN
Bundan on iki yıl evvel Çanakkale muharabelerindeki hatıralarını anlatmasını Büyük Kumandan'dan rica etmiştim.
Bu mülâkat, kahramanın kendinden o vakit dinlediğim askeri, vatani bir menkıbedir. Bu sade ve asil hikâyede Çanakkale'nin ve Mustafa Kemal'in büyüklüğü yan yana duruyor. O ana dek eşi görülmedik en korkunç ölüm vasıtaları ile, sayıları bizimkilerden kat kat çok ve arzın beş kıtasından devşirilme hücum alayları ile saldırıp karşıdan bir göz alımlık bir yarımadayı aylarca müddet gece gündüz, göğü ateş, yeri ateş, suyu ateş, ufku ateş bir cehenneme çevirdikleri o imtihan meydanında dev çelikler aşındırarak, haşmetli inatlar kırarak Çanakkale'ye ''Bir gün Türkler bu geçidi tuttular, dünyayı buradan öte aşmaya bırakmadılar'' gibi ölmez bir mana kazandırmak ne yüce himmettir!
Yalnız o harbin kahramanı kalmak bile bir kumandan için öyle büyük bir şandır ki onunla hem kendi, hem milleti, hem de tarih iftihar duyar. Halbuki azmi bir vatan kurtarıp yeni baştan bir devlet kuran Büyük Adam'ın yaratıcı eseri önünde Çanakkale muzafferiyeti ancak bir dibace (başlangıç) kaldı, ne anlı dibace!
Gazi Mustafa Kemal'in hizmet ve eserine ait her merhaleyi kendi milli fahır (övünç) ve gururlarının höcceti (belgesi) olmak üzere arayıp toplayacak şimdiki ve yarınki Türk nesilleri için bu hatıralar, uzun ve çetin bir müdafaanın ve usanmayan şuurlu bir iradenin safhalarını gösterir bu hatıralar çok değerlidir. Bu sebeple onları sadece bir mecmua veya gündelik gazete yapraklarında bırakmayarak kitap halinde bastırmak istedim.
Büyük Adam'ın yüksek huzuruna sonsuz sevgi ve saygımı takdim ettikten sonra muhterem karii (okuyucu), asırların hiç şüphesiz imrenerek dinleyeceği o eşsiz ve salâhiyettar şahsiyetin sözleri ile baş başa bırakıyorum.
1930
RUŞEN EŞREF
BİRİNCİ SAFHA
Hayır efendim, düşünüyorum, size ne söyleyebilirim! Çünkü, bakın, bütün bu yığınlarla evrak hep o günlerin hatıralarını ihtiva ediyor.
''Buyurun bir sigara... Bir şey yaparız.''
Büyük kutuda bulunan Baframaden sigaralarından bir tanesini aldım. Paşa küçük bir masanın üstünde duran çıngırağı bir iki defa çevirdi. Derhal kapının önünde şık bir nefer, mahmuzlarını birbirine vurarak kumandanın emrine muntazır (hazır) olduğunu vaziyetiyle anlattı.
- Çocuğum bize iki kahve, sobanın da ateşine bakın.
Biraz sonra bize hitaben:
- Bu defterleri kurcalayacak olursak içinden çıkamayız. İsterseniz sizinle bir hülâsa (özet) yaparız, bu ancak böyle olur!
Hakikatte defterler o kadar çoktu ki onların arasında insan kendini Çanakkale harp tarihini yazmak için bir evrak mahzenine dalmış sanabilirdi.
Dedim:
- Paşa Hazretleri! Şüphesiz ki Çanakkale harbi bu memleketin çocuklarındaki fedakârlığı, vatan toprağını yabancıya vermemek için bir saadete koşar gibi ölüme atıldığını göstermek itibarıyla tarihimizde unutulmaz bir kahramanlık merhalesi vücuda getirmiştir. Bu hamaset (kahramanlık) günleri artık silinmemek üzere cihan tarihinde lehimize iki üç sahife daha ilave etti. Sir Hamilton bile, Türkçeye tercüme edilmiş raporunda okudum, bizim cesaretimizdeki, bizim fedakârlığımızdaki ulviyeti (yüceliği) kendi aleyhlerine kaydediyor. Bütün Fransız mecmua ve gazeteleri, Çanakkale'de dövüşmüş zabitlerin, kumandanların, oraya uğramış muharrirlerin ve gazetecilerin hatıralarını, makalelerini yazdılar. Halbuki şimdiye kadar biz henüz bir şey yapamadık. Yeni Mecmua'nın son kıymettar teşebbüsü bana o gazâ yerlerini görmüş olanlarla konuşmak fırsatını verdi. Bu hususta tabii zatıâlilerini ihmal edemezdim. O muharebelerin her gününe büyük bir faaliyetle iştirak ettiniz. Vaziyeti tamamıyla biliyorsunuz... Kimbilir ne kadar çok hatıranız vardır. İşte müsaade buyurursanız eğer, bugün zatıâlinizden onları dinlemek için geldim.
Paşa bu sözleri ciddi bir tebessümle telâkki ediyordu (karşılıyordu).
Cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varıncaya kadar kanepeleri koltukları bile halılar, seccadeler ve kilimler altında koyulaşmış, bu çok gölgeli geniş odada Mustafa Kemal Paşa'nın siması Rambrandvarî bir tablo mevzuunu andırıyordu. Genç bir simada bu kadar engin bir mana gördüğümü hatırlamıyorum: Işıklarla gölgelerin dalgaları arasında sebat, tevekkül, tevazu, vekar, mülâyemet (uysallık), huşunet, saffet (temizlik), zekâ... Bütün bu zıt şeylerin toplandığı sarışın ve gayet sevimli bir yüz...
Çekmekte olduğu doksan dokuzlu necef tespihi masasının üzerine bırakarak:
- O halde, derhal başlarız, dedi.
Ve kimi yerde, kimi yazıhanenin üzerinde, kimi köşede buzcamlı koyu renk dolapta, kimi İngilizlerden zaptolunma koca bir makineli tüfek önündeki koyu renkli çini sobanın üzerinde bulunan defterlerden, müsvedde ve tebyizlerden (temize çekilmiş kâğıtlardan) süzülen Çanakkale menkıbesinin hülâsasını (özetini), bu sabırlı ve temkinli kumandandan üç gün ve her mülâkat on iki saatten aşağı sürmemek şartıyla, üç gün dinledim.
Başlamazdan evvel dedi ki:
- Tabii esrarı askeriyeye temas eden noktaları size söylemeyeceğim. Bunlar ne sizi alâkadar eder, ne de okuyanlara bir fayda temin eder. Bunlar sanat adamları içindir ki tarih hepsinden bahsedecektir.
- Elbette Paşam. Maksadım, o günlerin vakalarını bizzat zatıâlinizden öğrenmektir. Askerliğe temas eden noktaları ben de anlamam. Bunun üzerine paşa izaha başladı.
Evvela Sofya sefareti ataşemiliterliğinden buraya çağrılmış ve Tekirdağ'da 19'uncu fırkayı teşkile memur edilmiş ve bu kuvvetle Eçe limanı, Seddülbahir ve Morto limanı arasındaki sahilin muhafazasına memur olmuş. Esasen Balkan harbinden beri bu araziyi iyice tanırmış.
Dedi ki:
- Benim kanaatime göre düşman ihraç teşebbüsünde bulunursa iki noktada teşebbüs ederdi:
Biri Seddülbahir, diğeri Kabatepe civarı... Ve benim noktai nazarıma göre düşmanı karaya çıkartmadan bu sahil parçalarını doğrudan doğruya müdafaa etmek mümkündü. Binaenaleyh alaylarımı, böyle sahilden müdafaa edecek surette yerleştirdim. Bu vaziyet takriben Şubat 1330 (1914)...
Mustafa Kemal Paşa, kendisinin Maydos Mıntıkası Komutanlığı esnasında cereyan eden mühim vakaları şu suretle hülâsa etti (özetledi): Düşman bir defa Seddülbahir'e ve Kumkale'ye asker çıkarmak teşebbüsünde bulunuyor. O zaman, hep ağızlarda işitip okuduğumuz bir Mehmet Çavuş çıkıyor, toprağımıza ayak basan düşmanı tekrar denize atıyor.
- Düşman bu karaya asker çıkarmak teşebbüsünü neden denedi?
- Bu hareket bir keşif olarak kabul edilebilir. Bir de malûm olan 5 Mart vardır.
- Ki asıl bizi alâkadar eden de odur, Paşa Hazretleri.
- Fakat bu tamamen bahrî (denizle ilgili) bir harekettir. Sahil müdafaası Cevat Paşa Hazretleri'nin tahtı emrinde bulunuyordu. Benim bu hareketle alâkam, dolayısıyladır. Yalnız 5 Mart gününün sabahı Cevat Paşa Hazretleri... Maydos'ta bulunan karargâhıma gelmişti. Kendisine Seddülbahir sahil mıntıkasındaki tertibatı (düzeni) göstermek üzere beraber Kirte'ye gittik. Oraya vardığımız zaman, düşman donanmasının Kirte ve Alçıtepe istikametlerinde açtığı ateşin altında kaldık.
- O vakit ne yaptınız efendim?
- Bunun üzerine bendeniz...
- Estağfurullah...
- Mezkûr (adı geçen) mıntıkanın muhafazasına memur 26'ncı alay kumandanına icap eden talimatı şifahiyemi (sözlü olarak) verdim. Ve Cevat Paşa ile birlikte vazife başında bulunabilmek için Maydos'a döndük. Düşmanın mağlubiyetiyle neticelenen bu 5 Mart muharebeyi bahriyesinde (deniz savaşında) kara mıntıkasının muhafazası benim uhdemde (sorumluluğumda) idi. O gün, düşmanın bazı gemileriyle sahili ateş altında bulundurmuş olmasından başka zikre şayan (söylenmeye değer) hiçbir şey vuku bulmamıştır. O gün sahil bataryalarımızda bulunan askerler, zabitler ve kumandanlar cidden şayanı takdir bir fedakârlıkla, hani cesaretin, tevekkülün haddi azamisiyle sonuna kadar toplarını kullanmışlar, vazifelerini ifa etmişlerdir (yerine getirmişlerdir). Düşünün ki birçok çökmeler, infilâklar, yangınlar, zayiat arasında, daimi ateş karşısında, muharrip endahtlar (savaş ateşleri) altında bunlar hiç titremeden vazifelerini yapmışlardır.
Düşmanın mağlubiyetiyle kapanan bu hadisei bahriyeden (deniz olayından) sonra, Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin, Fransızların boğazı yalnız donanmaları ile zorlayarak bir maksat elde etmekten ümidi kestiklerine hükmediyor ve mutlak tekrar sahile adam çıkarmak teşebbüsünde (girişiminde) bulunacaklarına ihtimal veriyor. Bunun için maiyetindeki kıtalara ''teyakkuzda" bulunmalarını emrediyor. Kuvvetinin arttırılması için lazım gelen yerlere resmi müracaatlarda bulunuyor. Kuvvetini arttırıyor. Ve o mıntıka kumandanlığına Halil Sami Bey isminde diğer bir zat tayin olunuyor! O zaman kaymakam (yarbay) rütbesinde bulunan Mustafa Kemal Bey de kumanda ettiği fırka ile icabında Gelibolu civarına, icabında Anadolu cihetine (yönüne) harekete müheyya (hazır) bulunmak üzere, ''ihtiyatı umumi'' olarak terkediliyor. Rumeli sahili mıntıkası muhafazasına yalnız o miralay (albay) beyin fırkası tahsis ediliyor.
Bu sıralarda, yani mart içinde Mustafa Kemal Bey'in fırkasından bir alay, Çanakkale'ye geçiriliyor; fakat gene iade ediliyor. Mustafa Kemal Bey de bütün fırkasını Bigalıköyü civarında bulundarmayı muvafık (uygun) görüyor. Fırkası beşinci ordunun ihtiyatı umumisi olarak Bigalıköyü ve bunun cenubuşarkisindeki (güneydoğusundaki) Maltepe, Mersintepe civarında bulunan konaklarla ordugâhlarına yerleşiyor. Kumandan aldığı emir mucibince (gereğince) icabında Bolayır'a hareket etmeye, Çanakkale cihetine vapurla geçmeye müheyya bir halde bulunuyor. Emre intizaren (emir bekleyerek) bütün kıtalarını talim ve terbiye ile iştigal ettiriyor.
.
- İşte o günlerden birinde, on iki nisan sabahı idi ki Arıburnu'nda bir hadise cereyan etmekte olduğu, işitilen gemi toplarının sesinden anlaşılmıştı. Bütün fırka kıtaatının harekete hazırlık derecesi tezyit edildi (arttırıldı). Bir taraftan Maydos Mıntıkası Kumandanlığı'ndan malûmata intizar etmekte (beklemekte) idim, diğer taraftan da ya kolordunun veya ordunun emrine... Yalnız fırkanın süvari bölüğüne -istihsali malûmat (bilgi sağlamak) için- Kocaçimen istikametine hareket etmesi emrini verdim.
Bu sırada idi ki Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa Hazretleriyle Gelibolu'dan telefonla görüşülmüştür. Müşarünileyh de henüz cereyanı ahval (durumlar) hakkında vazıh (açık) malûmat edinememiş olduğunu bildirmiştir. Öğleden evvel saat altı buçukta idi, Halil Sami Bey'den vürut eden (gelen) bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun mezkûr (adı geçen) düşmana karşı sevki isteniyordu. Gerek bu rapordan, gerek Maltepe'de icra ettiğim hususi tarassudat (gözetleme) neticesinde bende hasıl olan kanaati kat'iyye (kesin kanı), öteden beri imali fikir ettiğim gibi, düşmanın Kabaktepe civarında mühim kuvvetle karaya çıkmaya teşebbüsü, demek ki, vukubuluyordu (gerçekleşiyordu). Binaenaleyh bu işin içinden bir taburla çıkmak mümkün olamayacağından, herhalde evvelce tahmin ettiğim gibi bütün fırkamla düşmana incizabın (düşmandan geri çekilmenin) gayri kabili içtinap olduğunu takdir ediyordum. Artık hiçbir şeye intizar etmeyerek (bakmayarak), karargâhımın bulunduğu Bigalıköyü'nde ikamet eden birinci piyade alayı ile cebel (dağ) bataryasının derhal harekete geçmek üzre amade (hazır) bulundurulmalarını, kumandanlarının da emralmak üzre yanıma gelmelerini bildirdim.
Yapraklarını muttasıl (durmadan) ağır ağır çevirmekle meşgul olduğu defterinin sahifelerine, dudaklarında tüten cıgara dumanları arasından bakarak:
- Altı maddelik bir emir not ettirdim, dedi. Bu emir maiyet (içerik olarak) cüzütam (bölük) kumandanlığına da tebliğ olunacaktı. Bundan başka üçüncü kolordu kumandanlığına da telefonla arzedilmek üzre bir rapor yazdırdım. Vaziyeti ve vaziyetimi ve teşebbüsümü anlattım.
Büyük bir hareketin inkişaf etmekte (gelişmekte) olduğunu, memlekete Çanakkale Harbi'nde unutulmaz hizmetler eden, muhakemesi süratli, kararları kat'i genç bir kumandanın bütün kıtalarıyla tehlikeye atılmaya müheyya (hazır) vaziyeti karşımda, bu anda sakin sakin kâğıtlarını çeviren, içinden bana verebileceği notları mülâhaza ile (düşünerek) seçen kumandanın yüzünde ve sözlerinde o kadar vuzuhla (açıklıkla) seziliyordu ki... Türkiye'nin mukadderatını tayin edecek boğuşmaya doğru gittiğimizi heyecanla duyuyordum.
- Bundan sonra kıtalarını yürüyüşe müheyya (hazır) olarak içtima ettirmiş bulunduran 57'inci alay, -meşhur bir alaydır bu, çünkü hepsi şehit olmuştu- kumandanları ve sertabip (baştabip) ve bir yaverimle bir emir zabitim beraber olduğu halde içtima mahalline gittim. Basit bir tertiple Bigalıderesi boyunca giden yol üzerinde alayı bizzat yürüyüşe geçirerek Kocaçimen Tepesi'ne tevcih ettim (yönelttim).
Yolda giderken kumandanlara olsun, sertabibe olsun şifahî izahatı lâzıme (gerekli açıklamayı) veriyordum. Takip ettiğimiz dereden bizi Kocaçimen'e isal edecek (ulaştıracak) muayyen bir yol olmadıktan başka Kocaçimen'e varmak için atlamaya mecbur olduğumuz saha da pek ziyade fundalık, sa'bülmürur, kayalıklı derelerle mali (dolu) idi. Bir yol bulup kıtayı sevke delalet etmesi (yol göstermesi) için topçu taburu kumandanını tavzif ettim (görevlendirdim).
- Zatıâliniz ne ile gidiyorsunuz efendim?
- Ben? Atla!.. Bu kumandanlar da atlarının üzerinde tabii... Biz hepimiz kıtanın başında gidiyoruz. Onlar yaya gidiyorlar.
Bu zat kayboldu. Ondan sonra batarya kumandanını memur ettim. Bu da başnı alıp Kocaçimentepesi'ne kadar gitmiş, delaletinden istifade edilemedi.
- Yani müşkülât (zorluk). Muharebenin kurşunlardan, güllelerden evvelki sıkıntıları?
- Evet. Bizzat yol bulmak ve müfrezeyi oradan sevk etmek suretiyle Kocaçimentepesi'ne muvasalat edildi (varıldı). Şimdi Kocaçimentepesi'ni tasavvur buyurun. Kocaçimen şibihcezirenin (yarımadanın) en yüksek tepesidir. Fakat Arıburnu noktası zaviyei meyyite (çok zayıf) içinde kaldığından buradan görülmüyor. Şimdi şu haritadan bakın.
Sir Hamilton'un raporunda bulunan haritalardan birine baktık. Bu vaziyeti pek etraflı anlatamıyordu. Paşa çıngırağı gene çaldı. İki dakika sonra kapının yanında bir mahmuz şıkırtısı... asker, Paşa'nın askerî ceketindeki cepten haritayı alması için emir telakki etti (saydı). Beş on dakika sonra girdi. Bulamamış. Paşa gülümseyerek müsaade istedi. Bizzat gitti.
Yalnız kaldığım müddetçe odayı seyrettim. Duvarda hep asker resimleri, Balkan muharebesinin, Trablus muharebesinin, Hareket Ordusu yürüyüşünün, mektebi harbiye talebeliğinin hatıraları asılı idi. Bir kelebek şeklinde açılmış şal örtünün altında Paşa'nın genç Kazak zabitlerini hatırlatan kalpaklı ve haşin bakışlı bir agrandismanı (büyültülmüş fotoğrafı) vardı. Yazıhanesi üzerinde bir Çerkez kamasının yanı başında Balzac'ın Kolonel Şaber'i (Colonel Chabert), Mopasan'ın (Maupassant) Bul dö Süif'i (Boule de suif), Lavedan'ın Servir'i, duruyordu. Şüphe yok ki paşa, sükûnetli dakikalarının boşluğunu edebiyatla dolduruyor.
Zira harp sahasında kalın paltolarla kaba çizmelerin içinde uykusuz üç dört gece geçiren bu zat salonlarda pek mahirane vals edermiş; tanıyanlar Mustafa Kemal Paşa'yı yalnız gözü yılmaz bir kumandan diye değil aynı zamanda salonlarda pek lezzetle aranan nazik, terbiyeli ve zeki bir kavalye diye anıyorlar.
Büyük bir aynanın yanı başında asılı duran bir fotoğrafı nazarı dikkatimi celbetmişti (ilgimi çekmişti). Ona bakıyordum: Yeniçeri kılığında Mustafa Kemal Paşa. Tam o esnada kendisi, elinde haritalar, içeri girdi. Ve ona baktığımı görünce gülümsedi.
Kalın ve azimkâr sesiyle:
- Evet Sofya'da bir balkostüme hatırası, dedi.
Gene şal örtülü masanın başına geçtik. Ve 12 Nisan Muharebesi'ne avdet ettik (döndük). Paşa:
- Binaenaleyh, diye başladı, anlıyorsunuz ki, orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiçbir şey görmedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin henüz oradan uzak olduğunu anladım. Efrat (erler) o müşkül araziyi bilâ tevakkuf (durmaksızın) kat'etmek yüzünden yorulmuş ve yürüyüş umku (derinlik) pek ziyade derinleşmişti. Alay ve batarya kumandanına efradı tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Denizden mestur (gizli) olarak on dakika kadar tevakkuf edecekler (dinlenecekler), sonra beni takibedeceklerdi. Ben de, orada bir Aptalgeçidi vardır, o Aptalgeçidi'nden Conkbayırı'na gidecektim. Yanımda yaverim, emir zabitim ve sertabip ile oralarda tekrar bulduğumuz fırka cebeltopçu taburu kumandanı olduğu halde evvela atlı olarak yürümeye teşebbüs ettik, fakat arazi müsait değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı'na vardık.
Şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne en enteresan bir sahnedir. Ve vakanın en mühim anı bence budur.
Paşa tekrar bir sigara yakıyor ve birkaç yaprak daha çevirdekten sonra, haritasını alıp şöyle izah ediyor:
''Bu esnada Conkbayırı'nın cenubundaki (güneyindeki) 261 rakımlı tepeden sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir müfreze efradının Conkbayırı'na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu muhavereyi (karşılıklı konuşmayı) aynen okuyacağım! Bizzat bu efradın önüne çıkarak:
- Niçin kaçıyorsunuz? dedim.
- Efendim düşman! dediler.
- Nerede?
- İşte, diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemali serbestiyle ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün: Ben kuvvetlerimi bırakmıştım, efrad on dakika istirahat etsin diye.. Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyete duçar olacaktı (düşecekti). O zaman artık bunu bilmiyorum, bir muhakemei mantıkiye midir, yoksa sevkı tabii ile midir, bilmiyorum.
Kaçan efrada:
- Düşmandan kaçılmaz dedim.
- Cepanemiz kalmadı, dediler.
- Cepaneniz yoksa, süngünüz var dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efradının ''marş marş''la benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir zabitini geriye saldırdım. Bu efrat süngü takıp yere yatınca düşman efradı da yere yattı. Kazandığımız an bu andır.
Bir koca muharebenin ufacık bir lahzaya (ana) bağlı olduğunu, hatta bir memleket hayatının fena kullanılmış bir an yüzünden tehlikeye düşebileceğini, burada olduğu gibi iyi kullanılmış bir anın ise bir muharebenin ve bir vatanın mukadderatını iyileştireceğini o dakikayı görür gibi canlanmış bir ifade ile duymak insanın tüylerini ürpertiyordu!
Mustafa Kemal Paşa dedi ki:
- Kolun başında bulunan bölük yetişti. Bu bölüğe cepanesiz bölüğü takviye ederek ateş açmasını emrettim. Yanıma gelmiş olan alay 57 tabur 2 kumandanı Yüzbaşı Ata Efendi'ye bütün taburlarıyla bu bölüğü takviye ederek 261 rakımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etmesini emrettim. Cebel bataryasına Suyatağı'nda mevzi aldırarak düşman piyadesi üzerine ateş açtırdım. Dereye saptığından biraz geciken diğer bir taburu, kumandanı üzerinden açılarak taarruza iştirak etti. Bundan sonra idi ki alay kumandanına bütün alayı ile benim tevcih ettiğim istikametlerde düşmana taarruz etmesini emrettim.
- Zatıâliniz o esnada nerede bulunuyordunuz?
- Ben de bataryanın yanında idim.
- Bizim o ilk alay saat kaç sularında taarruza başladı.
- 57'nci alayın taarruza başlaması... durun size söyleyeyim... (defterine baktı ve) öğleden evvel saat on raddelerinde idi. O esnada 9'uncu fırkaya mensup süvari zabitanından mülâzımievvel (asteğmen) Mehmet Salih Efendi yanıma geldi. Ve 27'nci alayın Kocadere garbındaki sırtlardan Kemalyeri üzerinde düşmanla muharebeye başladığını haber verdi. O zabitle mezkûr (adı geçen) alay kumandanına, düşmanın sol cenahına (yanına) taarruz etmekte olduğumu, 27'nci alayın da karşısındaki düşmana taarruz etmesini, henüz Bigalı civarında bulunan 19'uncu fırka kısmı küllisini (büyük bölümünü) Kocadere istikametine celbedeceğimi (getireceğimi), bu emri kendisine isal eden süvari mülâzimi Salih Efendi'yi tekrar nezdime iade etmekle beraber benimle daima irtibatı (bağlantıyı) muhafaza etmesini, muharebeyi Conkbayırı'ndan idare edeceğimi emrettim, bildirdim. Bigalı'da bulunan fırka erkânı-harbine de emir atlısı ile bir emir gönderdim. Dedim ki:
İzzettin Bey (rahmetli Gn. İzzettin Çalışlar): Alay 72 Maltepe'ye takarrüp etmesin. Sıhhiye bölüğü Kocadere'ye gelsin (hepsi). Alay 77 Kocadere şarkına takarrüp etsin (yaklaşsın). Ve bu raporu üçüncü kolordu kumandanına veriniz.
- O raporu, askeri bir mahzur (sakınca) görmüyorsanız, istinsah edebilir miyim (yazabilir miyim)? Çünkü harp meydanında hemen o müthiş vakalar cereyan etmekte iken şiddet ve heyecanla yazılmış canlı ve kıymetli bir harp tarihi vesikası olurdu.
- Hayhay, bunu verebilirim, yazınız.
Üçüncü kolordu kumandanlığına
Arıburnu şimalindeki sırtlar.
Saat dakika
12 Nisan 10 24 evvel
Düşmanın karaya çıkmış bulunan piyadesi Arıburnu ile Kabatepe arasında bir buçuk kilometre kadar bir cephedeki sırtları işgal etmiştir. 27'nci alay düşmanı şark cephesinde sekiz yüz metre mesafede işgal ediyor. Düşmanın tamamen sol cenahında, altı yüz metre mesafeden taarruza başladım. Yalnız piyadeden ibaret olan düşmanı bir alay tahmin ediyorum. Muharebe devam ediyor. Bir saat kadar ateş muharebesinden sonra düşmanın 261 rakımlı tepeye kadar ilerlemiş olan kıtaatının ricate (gerilemeye) başladığı görüldü.
İşte raporun size verebileceğim kadar kısmı bu. Yine hikâyemize devam edelim, olmaz mı? 57'nci alay, verdiğim emir üzerine şiddetle takip ediyordu. 27'nci alay kumandanından emrimin alınıp alınmadığına dair bir haber gelmedi. Bununla beraber gerek bizzat benim, gerek yanımdaki zabitlerden tarassut için ileri gönderdiklerimin neticei tarassudumuzdan bu alayın da taarruz etmekte ve ilerlemekte olduğunu anladım.
- Pek iyi Paşa Hazretleri, böyle bu kadar şiddetle hücum eden düşmanı bu kadar süratli bir surette ricate (çekilmeye) mecbur eden amiller (etkenler) nedir?
- Evet, bu suali sormakta hakkınız var. Arzedeyim: Şimdi saat on bir buçuk evvelden sonra vaziyet bence şu idi:
Düşmanın karaya çıkmış olan kuvveti, sekiz taburdan fazla idi. Şimdi bu sekiz taburluk kuvvet kendisiyle gayrimünasip (uygun olmayan) gayet geniş bir cephe üzerinde ''261''e kadar şimalen (kuzeyden), ve Kemalyeri'nin bulunduğu sırtların garp (batı) yamaçlarına kadar şarktan (doğudan) ilerleyebilmişti. Fakat bu uzun cephe hattı, ziyade manialı birtakım derelerle kesik bulunuyordu, bu sebeple düşman kendi cephesinin hemen her noktasında zayıf idi. Conkbayırı şimalinde mevzi alan 19'uncu fırkanın seri cebel bataryası Arıburnu ihraç noktasını ateş altına aldığı için düşmanın henüz ihraç etmeye devam ettiği kıtaatın ihracı hem müşkülâta, hem de teahhura (gecikmeye) uğradı. 57'nci alayın Conkbayırı ve Suyatağı hattından ''261'' istikametinde ve dar cephe ile kesif (yoğun) olarak düşmanın pek nazik ve mühim olan sol cenahına yüklenmesi iki taburdan ibaret olan 27'nci alayın da Merkeztepe istikameti umumiyesinde geniş cephe ile düşmana atılması düşmanı ricate (geri çekilmeye) mecbur etmiştir.
Fakat bence bu tabiye vaziyetinden daha mühim olan bir amil vardır ki o da herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştı.
Bu öyle alelâde bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek azmiyle harekete teşne olduğu bir taarruzdur. Hatta ben, kumandanlara şifahen verdiğim emirlere şunu ilave etmişimdir:
- Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyoum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.
Bu sözler Paşa'nın göğsünden o kadar azimle çıkıyordu ki, muhakkak, kumandan o günü hayalinde tekrar yaşatıyordu. Bunları duydukça muharebe vasıtaları ne kadar ilerlerse ilerlesin, her şeyin fevkinde (üstünde) gene ruh azminin, bir gaye uğruna fedakârlık etmenin bulunduğuna inanıyordum.
- Şimdi bu böyle, efendim? Fakat akşama kadar daha çok zaman vardı. Bu sıralarda idi ki 9'uncu fırka kumandanından haber getiren bir zabit, düşmanın Kumtepe'ye kuvvet ihracına (göndermeye) başladığını ve orada kuvvetimiz bulunmadığını, 19'uncu fırkaca bu cihetin nazarı dikkate alınmasını, 9'uncu fırka kumandanının tekmil (bütün) kuvvetleriyle Kirte'ye gittiğini bildiriyordu.
Kumtepe, Kilidülbahir'e en yakın ve pek müessir bir noktadır. Burasını müsamaha etmek bütün maksatları zıyaa (kayba) uğratabilir. Binaenaleyh derhal hatırıma gelen şey, Arıburnu'nda muharebeye iştirak eden kuvvetleri taarruza devam ettirmek ve fırka kısmı küllisiyle bizzat Kumtepe'ye yetişmek oldu. Buna dair icap eden emirler verildi. Fakat bizzat fırka kısmı küllisine mülâki olmayı (kavuşmayı) tercih ettiğim için hemen hareket ettim.
Kumandan hemen hareket ediyor. Ve Kocadere'den 77'nci alaya, ondan sonra da ... inci alaya mülâki oluyor. Öğleden sonra saat bir raddelerinde (sıralarında) Maltepe'ye yaklaştığı sırada bazı seslerin kendi ismini çağırmakta olduğunu işitiyor. Seslerin geldiği tarafa yaklaşıyor. Bakıyor ki kolordu kumandanı Esat Paşa ve maiyeti erkânı harbiyesi... Mustafa Kemal Bey, müşarünileyhe gelmiş olan son raporu okuyor. Ve görüyor ki bu rapor aynı zamanda kendisine de aitti ve biraz evvel gelip düşmanın Kumtepe'ye çıktığını haber veren zabit, bu raporun mealini (sonucunu) söylemiştir. Halbuki okuduğu tahrirî (yazılı) rapora nazaran düşmanın Kumtepe'ye çıktığı doğru değildir.
- Bakınız bu raporun şifahen tebliğinde bir ''Kumtepe'ye asker çıktı'' cümlesinin ilavesi bütün tetkik kararlarını değiştirebiliyor, iş bu suretle anlaşıldıktan sonra kolordu kumandanı paşa hazretleri kararımı sordular.
Mustafa Kemal Bey de tekmil kuvvetle Arıburnu'ndaki düşmana taarruza devam edeceğini arzediyor. Kolordu kumandanı paşa kabul ediyor ve Mustafa Kemal Bey derhal yanından ayrılıyor, muharebe meydanına geliyor. 77'nci alayı 27'nci alayın solundan düşman sağ cenahı aleyhine taarruza geçiyor. İhtiyatlarını, sahra bataryasını lazım gelen yerlere yerleştiriyor. Kendi de sağ cenaha gidip oradan muharebeyi idare ediyor.
Bizimkiler o kadar ilerlemişler ki düşman ricatine devam ediyor, hatta kısmen sandallara binmekle bile iştigal ediyormuş (uğraşıyormuş). Fakat akşam olmuş. Gecenin hulûlüne (gelişine) kadar muhtelif emirlerle hücuma sevk edilmiş olan cüzütam kumandanları, fırka kumandanının ısrarı üzerine, ta ki düşman tamamıyla tardedilsin diye savletlerine devam etmişler ve pek de muvaffakiyetli hücumlarda bulunmuşlarsa da düşmanı kâmilen (tam olarak) sürememişler. Gece de pek ilerleyince muharebe kesilmiş. Bu anî sükûnet fırsatında düşman karaya yeniden asker çıkarmakta devama başlamış.
Paşa:
- Demek ki, dedi 12/13 gecesi vaziyet hakkında hiçbir taraftan sahih malûmat (doğru bilgi) alamıyorum. Gece karanlığından dolayı manzarai harbi (savaşın manzarasını) gözümden kaybediyorum. Ve vaziyeti etrafıyla anlayabilmek için sabaha kadar cepheyi bizzat dolaşıyor, oradan, telefon merkezi yapılmasını emrettiğim Kocadere'ye geliyorum. Orada vâkıf olduğum yeni vaziyete göre sağ cenahtaki ihtiyat (yedek) kuvvetlerini alıp merkeze ve sol cenaha yaklaştırıyorum. Kendim de bilâhare (daha sonra) Kemalyeri unvanını alan merkezden muharebeyi idare ediyorum.
Muharebenin yalnız bir gününü dinlemek insanın içine helecanlar, coşkunluklar, her adımda bir fışkıran binlerce beklenmedik zorlukların ağırlığını dolduruyordu. Sordum ki:
- Arıburnu vakayii (olayı) yalnız bundan mı ibarettir?
Paşa ruhumda dehşetler uyandıran o boğuşma sahnelerini, o kan ve barut kokan manzaraları keşfetmiş tecrübeli bir adam temkiniyle gülümsedi:
- Ne o, yoruldunuz mu? Daha bu, vakanın başlangıcıdır. Benim Arıburnu'nda 12 Nisan dahil gününden 4 Mayıs dahil gününe kadar 23 günlük ''Arıburnu kuvvetleri'' kumandanlığım ve ondan sonra da bütün cephenin sağ cenahında tekrar yalnız 19'uncu fırka kumandanlığım vardır. Bu müddet zarfında birçok vakayii harbiye cereyan etmiştir. Biz yalnız en mühim günleri işaret edebiliriz.
Ve önünde duran sigara paketini uzattı. İkimizin de küllüğü dolmuştu. Paşa çıngırağı çaldı. Arkamızdaki mahmuz şıkırtısına:
- Çocuk, bize iki kahve daha yapın, sonra şu sobanın ateşi sönmesin, dedi.
- Başüstüne Paşam.
Ve yine çalışmaya başladık:
Düşman 13 Nisan'da, yani geceden beri ihracına devam ettiği kuvvetlerle yeniden birinci hattını takviye ediyor, evvela sol cenahla merkezde bulunan kıtaatımıza faik (üstün) kuvvetlerle taarruza geçiyor. Fakat kıtaatımız faik düşman kuvvetinin süngü hücumundan kendini korumak şartıyla arada bir mesafe muhafaza etmek üzere mağlubiyetten sıyanet ediliyor (korunuyor). İşte bu suretle 13 Nisan günü, mağlup olmadan kazanılıyor.
Paşa dedi ki:
- Bu, askerimizin en mühim surette fedakârlığı, kahramanlığı demeyim -çünkü Türklerin bundan daha fazla fedakârlık gösterdikleri günleri hatırlıyorum- herhalde sebat (direnme) ve metaneti (dayanması), zabitlerimizin olsun, kumandanlarımızın olsun cesareti, azmi sayesinde kazanılmış mühim bir gündür. Diyebilirim ki benim en nümüsait (uygun olmayan) vaziyetim 13 Nisan günü idi. Çünkü beş İngiliz livasına karşı duran kuvvetim dünkü, yani 12 Nisan günkü, şanaver şedit (sert) savlet (hücum) ve taarruzlarla zayiata uğrayan 57'nci alaydan, ikişer taburlu olan 27 ve 77'inci alaylarla, gayri kabili istifade (yararlanılması olanaksız) bulunan 72'nci alaydan ibaretti. Hakikaten 12 Nisan muharebesiyle Arıburnu cephesi muvaffakiyetinin temelini kuran, İngilizlerin bu cephede azmini kırıp planını mahveden, bu kuvvetti. 14 Nisan günü daha iki alay kuvvetin tahtı emrime gireceği anlaşıldı. Bunun üzerine düşmana tekrar taarruza karar verdim.
13-14 Nisan gecesini Kocadere köyünde geçirmiştim. Kat'î kararımı fecre (sabaha) yakın bir zamanda verdim. O zamanda ki düşman Kabatepe istikametinden Kocadere köyünü donanmasıyla ateş altına almıştı. İşte icap eden taarruz emri bu ateş altında yazılmıştır. Bu emir, emiratlıları ile cüzütam kumandanlarına gönderildi. Sonra ben de bizzat Kemalyeri'ne gittim.
Saat yedi ile sekiz arasında sol cenah ve cephede taarruza başlandı. Bundan sonra idi, sağ cenahta da kıtalarımızın taarruz hareketlerini görüyordum. Taarruz bütün cephe üzerinde muvaffakiyetle devam ediyordu. Düşman Kanlısırt'ta firar suretinde ricate başlamıştı. Kırmızısırt'ta da ricate başladı. Saat 10'dan sonra sağ cenahımız da düşmanı tazyike (baskıya) başladı, ricate mecbur etti. Ve takibe koyuldu. Zeval sıralarında idi iki düşmanın Kanlısırt'ta ricat eden aksamından baki kalmış olanlar Kırmızısırt'ta da en son ricat ettikleri avcı hendekli mevziinde tüfeklerini bırakarak hemen heyeti kâmilesiyle siperlerinin önüne çıkmış, şapka, beyaz mendil bayrak sallayarak teslim olmak istiyorlardı! Bütün bu manzaraları Kemalyeri'nden ben ve tekmil maiyetim dürbünsüz olarak seyrediyorduk.
Bu aralık gerek fırka erkânı harbi İzzettin Bey'den aldığım raporlardan, gerekse bizzat müşahedelerimden anlıyordum ki düşmanın Arıburnu şarkındaki sırtlarda hiçbir faaliyeti kalmamıştır. Sağ cenahımız karşısında düşman efradı sahile iltica etmiştir.
Yalnız ricat noktasına uzak kalan düşmanlar Kanlısırt'la Kırmızısırt'taki vaziyetlerinden dolayı, Merkeztepe'de kalmış olan aksamı da sağ cenahımızın Kömürkapıderesi ve Bombasırtları'na kadar ilerleyerek bilhassa Yükseksırt'ta aldıkları hâkim vaziyetten dolayı çekilmiyorlar, ister istemez sebat gösteriyorlardı.
Düşmanın asıl sebatı Yükseksırt'ın garbında ve Haintepe'de görülüyordu. En nihayet gece hulûl edince, kıtaatın fevkalade yorgun olduğu da anlaşılınca kazanılan muvaffakiyetle iktifa olundu. Muharebe tevkif edildi, tutulan, kazanılan hatlarda tahkimat icra etmeleri emri verildi.
15 Nisan günü görülen vaziyet şu:
Düşman sağ cenahımız karşısında Yükseksırt'ın sahile müteveccih (yönelik) kısmında, Kömürkapıderesi içinde yamaçlara tutunmuş bir halde, buna mukabil (karşılık) bizim kıtalarımız Cesarettepe'deki düşman hattı bâlâsında (üstünde), bunun karşısındaki kıtalarımız da Edirnesırtı'nda Kırmızısırt ve Kanlısırt'ta imiş. Hattı bâlâ tekrar tekrar düşman tarafından işgal edilmiş ve buna mukabil kıtalarımız mezkûr (adı geçen) hattı bâlânın şarkında ve karşısında mevki tutmuş. Düşman gündüz de ihraca devam ediyormuş. Karaya çıkarılan düşman kuvvetleri ileriye sevkedilerek ön hatlar takviye ediliyor, hatlar takviye edildikçe de umumi vaziyetini tashih edebilmek (düzeltebilmek) için cephenin bazı noktalarında faaliyette bulunuyormuş. Bu faaliyetler sırasında, Kanlısırt cihetinden (yönünden) düşman sol cenahımızı sabahtan beri tazyik etmekte imiş. Bu taarruzu tevkif edilmiş. O gün düşmanın dokuz nakliye gemisinden karaya dökülen askerinden başka sekiz nakliye gemisinin daha ufuktan kıyılara doğru yaklaşıp büyümekte olduğu görülüyormuş. Bizim birinci hattımız düşmanın iki yüz, üç yüz metre karşısında bulunuyormuş. Bu suretle gittikçe tekâsüf eden (yoğunlaşan) düşmanın karşısında beklemektense kat'î neticeyi kazanmaya kifayet edecek (yetecek) kadar kuvvet celbi için Mustafa Kemal Bey mafevk (üst) kumandanlara maruzatta bulunmuş. İstediği kuvvetleri alınca cephesi genişlediğinden muhtelif kumandanlarla daimi münasebette bulunmak zorlaşmış. Onun için cephesini muhtelif mıntıka kumandanlıklarına ayırmış.
16 Nisan:
Düşman sağ cenahımıza taarruz teşebbüsünde bulunmuşsa da durdurulmuş.
17 Nisan:
Sağ cenahımızdaki siperlerimize düşman taarruz etmiş, fakat kıtalarımızın mukabil süngü hücumları ile geri püskürtülmüş: Fakat tamamıyla yerleşen düşmanın yeniden mühim bir hücuma kalkışacağını muhtemel gören Mustafa Kemal Bey taze kuvvetlerle düşmandan evvel düşmana vurmayı kararlaştırnmış. O zaman mıntıka kumandanlarını Kemalyeri nezdine celbedip şifahi talimatta bulunmuş.
O gün maiyetinde bulunan erkâna karşı söylediği sözlerden bazı kısımlarını bize vermesini kumandandan rica ettim ve şunları aldım: Zira taarruz emri vermeden evvel Mustafa Kemal Bey ruhlarına hitap etmekten pek kuvvetli neticeler bekliyor. Onun için diyor ki:
''Düşmanın altı gündenberi iki defa taarruz ederek sarstığımız ve arazinin menaatinden dolayı neticeye kadar şiddetli takip edememek yüzünden barınabilen aksamı himayesinde çıkarmakta olduğu ve fakat şimdiye kadar mahvettiğimiz kuvvetlerinin iki fırkadan fazla olduğu anlaşılmıştır. Seddülbahir'de Kumkale cihetinde de hal hemen aynı olmuştur.
Karşımızda bulunan düşmanı bire kadar hepimiz ölerek behemehal denize dökmek lazım olduğu kanaati vicdaniyesindeyim. Vaziyetimiz düşmana nazaran (göre) zayıf değildir. Düşmanın kuvvei maneviyesi tamamen mahvolunmuştur. Mütemadiyen siper yapmakla kendisine bir melce (sığınacak yer) aramaktadır. Siperleri civarına birkaç mermi düşmekle derhal kaçtığını kendi gözlerinizle gördünüz.
Düşmanı büsbütün kaçırmamak için daha çok teemmüle (düşünmeye) lüzum yoktur.
İçimizde ve kumanda ettiğimiz askerlerde Balkan hacaletinin (utancının) ikinci bir safhasını görmektense burada ölmeyi tercih etmeyenlerin bulunacağını kat'iyyen kabul etmem. Şayet böyleleri olduğunu hissederseniz derhal onları kendi ellerimizle kurşuna dizelim.
Şimdiye kadar ihraz ettiğimiz (elde ettiğimiz) muvaffakiyeti tamamlamak için emrime verilen taze kuvvetler hattı harbe vasıl olmaktadır (ulaşmaktadır)."
Ve ruhları bu hitapla dolan kumandanlara, edecekleri taarruz hakkında lazım gelen emirleri veriyor, tertibatını (düzenini) da kolordu kumandanlığına arz ediyor. Kararı oraca da tasvip görüyor.
Bunun üzerine 18 Nisan taarruzu vukubuluyor ki onun neticesinde husule gelen vaziyet, Paşa'ya nazaran o günden sonraki hareketlerin hiçbirisiyle ''kabili tebeddül olmayan (değişmeyen) vaziyet''tir.
Şöyle ki: ''Saat beş evvelden itibaren bir taraftan topçularımızın ateş açması ile diğer taraftan müteakıben (daha sonra) yeni gelmiş olan 14'üncü alayın Boyun ve Merkeztepe'ye doğru ilerlemeye koyulmasıyla bütün cephe üzerinde topçu ve piyade muharebesine başlamış oluyoruz.'' Düşmanın karada yalnız bataryası varmış. Kıtalarımızla düşman hatları arasında mesafe pek az olduğu için düşman bataryaları piyademiz üzerine hiçbir tesir yapamıyorlarmış.
Yalnız düşmanın harp gemileri, bilhassa Kabatepe cihetinden muharebe hatlarımızın gerilerini şiddetli ve devamlı ateşler altında bulundurmaktan bir an hali (uzak) kalmıyormuş.
Paşa'dan kendisinin bu muharebeyi nereden idare ettiğini sordum:
- Ben bu muharebeyi Kemalyeri'nden idare ediyorum, dedi.
Çünkü o yerden bütün düşman mevzilerini, sağ cenahtaki bazı kısımlar müstesna olmak üzere bütün düşman mevzilerini sonra da hemen bütün kıtalarımızın hareketlerini gözaltında bulundurabilmesi mümkünmüş.
Paşa dedi ki: ''Düşmanın şiddetli piyade ve mitralyöz ateşleri karşısında 14'üncü alayın taarruzu bataetle (ağırlığıyla) ilerlemekte idi. Yalnız cebelden ibaret olan topçumuz düşman siperleri üzerine endaht (ateş) ederek piyademizin ilerlemesini himaye hususunda (koruma konusunda) pek ziyade (çok) amma fevkalâde ziyade çalışmakta idi. Sol cenah kuvvetlerimizin taarruzları da görülmeye başladı. Saat 6.45 evvelde 14'üncü alayın gerisinde bulundurulan 125'inci alayın kısmı küllîsi Merkeztepe istikametinde 14'üncü alaya takrip edilmişti. Sol cenah kuvvetlerimizin daha ciddi taarruz etmesini, sağ cenah kuvvetlerimizin de taarruzla 14'üncü alaya muavenette (yardımda) bulunmasını emrettim. Fakat saat 10.30 evvele kadar devam eden safhada düşmana pek müessir olmamakta bulunduğumuzu görüyordum.''
Bunun üzerine terbitatta birçok teferruata müdahaleye lüzum görmüş. Bu baptaki (bölümdeki) emirlerinin kumandanlara vusulüne (ulaşmasına) kadar, geriden sevkolunan takviye kıtalarının muharebe cephesine muvasalatına (varışlarına) kadar geçen zaman zarfında taarruzlarımızda bir durgunluk peyda olmuş, kumandanlardan bazıları taarruzun tevkifini, yahut hiç olmazsa geceye talikını rica etmekte imişler. Halbuki Mustafa Kemal Bey düşmanın hakikaten büyük bir tazyik karşısında bulunduğunu bildiği için mutlaka taarruza karar veriyor.
- Bu tazyikin mevcut olduğunu ne suretle takdir edebiliyordunuz, efendim.
- Bir defa bulunduğum yer pek müsaitti. Bütün vaziyeti tekmil cüzütam kumandanlarından daha iyi görebiliyordum. Sonra da muhtelif membalardan (kaynaklardan) malûmat alabiliyordum. Mesela düşman kumandanının ''buraya imdat yetiştiriniz'' tarzındaki bir telsiz telgrafını mevkii müstahkemde bulunan telsiz telgrafımız kapmış. Bunu bana bildirdilerdi. Binaenaleyh başlanılan taarruza devam etmek lüzumlu idi. Düşmanın imdat kuvvetleri yetişmeden evvel taarruzumuzu kat'î bir neticeye iktiran ettirmek (yaklaştırmak) lüzumu aşikârdı (açıktı). Sonra düşmanı bir an evvel sahillerimizden atmak gayet vatani bir vazife idi.
Maksadımı cüzütam kumandanlarına bildirdim. Bu maksadın tatbiki için askerlerimizin süngüsünden başta güvenilecek hiçbir çare yoktu. Elimde bulunan bütün kuvvetler ileriye yaklaşmış bir halde idi. Bir hücum savletiyle (şiddetiyle) düşman mevzilerine girmeleri için borazanlarla, trampetlerle geriden şiddetli bir hücum emri verdirdim. Saat 4 sonra idi. Umum cephede ileri hareketi canlandı. Bilhassa merkez grubu şiddetli saldırıyla ilerlemeye başladı. Doğrusu bütün kıtalarımız şayana takdir bir surette ilerliyordu.
Gayet itidalle (ölçülü) konuşan muhatabımın ağzında ''şayanı takdir'' terkibinin mühim manası vardı. Bu terkip benim nazarımda tarifsiz fedakârlık, muhayyelesiz kahramanlıklar sahnesi demekti.
- Sonra ne oldu efendim?
Birçok efrat bazı yerlerde düşman siperlerine kadar girmeye muvaffak oldu. Fakat asıl keşif avcı hatlarımız düşman siperlerinin yirmi otuz, hatta sekiz on metresinde durdu.
Bizim askerlikçe bu mesafede hâlâ muharebenin bitmemiş olması şayanı istiğraptı (hayretti). Çünkü eski nazariyata (kurama) göre bu mesafenin pek çok fevkindeki (üstündeki) bir mesafede muharebe neticesi taayyün etmiş (belirmiş) olmak lazım gelir. Halbuki düşmanın sebat ve ısrarı, kahraman askerimizin ölümden yılmaması böyle burun buruna gelindikten sonra da daha aylarca müddet pek kanlı muharebe safhaları görmek imkânını muhafaza etmiş oluyor.
Bu muharebe böyle saat dörtte burun buruna gelmekle taarruz durdu. Fakat muharebe olanca şiddetiyle devam ediyordu. Ben kemali ciddiyet ve şiddetle taarruz edilmek, bu taarruz ihtiyat ve istinat (destek) kuvvetleriyle iyi takip olunmak şartıyla neticei kat'iyyenin (kesin sonucun) kazanılacağına kaniydim. Ve bu kanaatimde musırdım (direniyordum). Bilhassa düşmana bu kadar yaklaşıldıktan sonra gecenin zulmetinden (karanlığından) istifade edilerek düşman siperlerine atılmak pek mümkün olacaktı. Gece yarısına kadar bazı tertibatla iştigal edildi (uğraşıldı). Sonra bir gece hücumu yapılmasını emrettim. Fakat sabaha kadar cereyan eden ahvale (duruma), hâsıl olan vaziyete nazaran düşman mevazii asliyesine (düşmanın asıl mevzilerine) girilemediği anlaşıldı.
Yirmi dört saatten beri devam eden muharebe askerin pek ziyade yorgunluğunu mucip (neden) olmuştu. Onun için verdiğim bir emirle taarruzu kestim. Fakat kazanılmış olan hattı tahkim etmekten (güçlendirmekten), orada mıhlanıp kalmaktan başka vatanı kurtaracak çare yoktu. Binaenaleyh lâzım gelen emri verdim.
Kıymetli bir harp tarihi vesikası olmak üzere Paşa'dan bu emrin son sözlerini aldım. Diyor ki:
"Benimle beraber burada muharebe eden bilcümle askerler kat'iyyen bilmelidir ki uhdemize tevdi edilen (bize verilen) namus vazifesini tamamen ifa etmek (yerine getirmek) için bir adım geri gitmek yoktur. Hâb ü istirahat aramanın bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini cümlenize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın hemfikir olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk âsarı (eseri) göstermeyeceklerine şüphe yoktur."
Mustafa Kemal Paşa'nın umum Arıburnu kuvvetlerine şamil (kapsayan) olan kumandanlığı 4 Mayıs 1331 (1915) gününe kadar devam etmiş, bu müddet zarfında cereyan eden vakalar içinde öyle mevziî mütekabil (karşılıklı) taarruzlardan başka hiç büyük muharebe yok. Fakat cidden kahramanlık sahneleri var. Mesela bakınız Paşa ne anlattı:
- Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil (karşılıklı) siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen (tamamen) düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. fakat ne şayanı gıpta bir itidal (anlayış) ve tevekkülle (inançla) biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur (umutsuzluk) bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuranı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelimei şehadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.
Paşa, Arıburnu kumandanlığından ayrılıyordu. Fakat gece olmuştu. Ben de Paşa'dan ayrılmaya mecburdum! Kendisine pek çok teşekkür ederek, iki gün sonra diğer safhalar hakkında malûmat (bilgi) almak için tekrar ziyaret edeceğimi söyleyerek kahraman elini sıktım.
Bana Kanije müdafii Tiryaki Hasan Paşa ile yahut Plevne aslanı Gazi Osman Paşa ile görüşmek mukadder olsaydı bugünkü muhavereden (konuşmadan) daha fazla mı bir heyecan duyacaktım?
İKİNCİ SAFHA
Paşa yine aynı odada yine aynı sivil lâcivert elbise ile oturmuş; önündeki mufassal (ayrıntılı) haritadan son Alman taarruzunu takip etmekle meşguldü. Taarruz istikametlerini, tahmin ettiği neticeleri mesleğine âşık bir asker vuzuh (açıklığı) ve samimiyetiyle anlattı. Ve sonra:
- Bugün ikinci safhadan bahsedecektik, öyle değil mi, efendim? dedi. Bu ikinci safha harbin ikinci safhası değil, kumandanın o havalide deruhte ettiği (üzerine aldığı) vazifelerden ikincisidir. Bu zamanda, Paşa umum Arıburnu cephesine ait mütalaalarda (görüşlerde) bulunmak salâhiyetini kendinde bulamıyor. Ancak sağ cenahta 19'uncu fırkanın başında bulunduğu sırada cereyan eden en mühim hâdise hakkında, yani 6 Mayıs'ta vukubulan umumî hücum hakkında biraz malûmat (bilgi) verdi. Bu umumî hücumda onun fırkası, karşısındaki düşman mevzilerine girmeye muvaffak olmuş.
- 7 Mayıs, dedi (ve kahvesinden bir yudum alarak, evrakını okuduktan sonra) o günü şöyle hülâsa edebiliriz (özetleyebiliriz):
Düşmanın Arıburnu'na kuvvetler çıkardığı görüldü. Bu kuvvetlerden birkaç tabur kadar Arıburnu cephesinin sağ cenah şimalinde bulunan Çataltepe'ye doğru gidiyordu. İcra edilen keşif ve tarassuda (gözetlemeye) nazaran da düşmanın, yine bu civarda, balıkçıadamları şimalişarkîsindeki sırtlarda 100 metrelik küçük bir cephe üzerinde tahkimatı ve askeri görüldü. Benim tahmin edip şimal grubu kumandanlığına arzettiğim gibi bu civardaki tahkimat evvela ufak mikyasta kanlı muharebeleri intaç etti (sonuçlandırdı). Sonra da Anafartalar harekâtı umumîyesinin mebdeini teşkil etti.
8, 9, 10 Mayıs günlerinde bizim fırkanın cephesinde mühim hâdiseler olmamıştı. 11'inci günü bir mütareke akdettik. Defni emvat ile uğraşıldı.
12, 13, 14 Mayıs günleri de, hatta 15'te de iş'ara değer bir şey yok...
- Bu durgunluk neden hâsıl oluyor, efendim?
- Çünkü düşman yorgundur. Çok zayiat verdi. Mühim miktarda kırıldı. Ve benim telâkkiyatıma (görüşüme) göre artık Arıburnu'nda neticei kat'iyye (kesin sonuç) olmaktan sarfınazar ediyor (vazgeçiyor). Ben bu durgunluğu ona hamlediyorum. Mayısın 16'ncı günü benim sol cenahımda bulunan fırka ki o da bizimdir, ihzar olunan (hazırlanan) birtakım lağımları iştial (infilak) ettiriyor. Onların iştial etmesiyle beraber düşmana bir baskın hücumu icra ediyor (yapıyor).
17 Mayıs'ta işte demin bahsettiğimiz Çataltepe Halit ve Rızatepe denilen yerde kanlı bir muharebe oluyor.
- O tepeye niçin Halit ve Rızatepesi denmiş?
Orada, Rıza Efendi isminde ve Halit Efendi isminde gayet kahramanca bir hücum icra eden iki zabit şehit olduğu için!...
Bu muharebeden sonra bir aralık benim Arıburnu'na karşı muhafazasını deruhte ettiğim (üzerime aldığım) cepheye ilaveten Anafartalar mıntıkası dahilindeki Azmak'a kadar olan parça da tahtı mesuliyetime (benim sorumluluk makamıma) verildi. Fakat daha sonra bütün Anafartalar mıntıkası doğrudan doğruya Esat Paşa Hz.'lerine merbut (bağlı) olmak üzre Almanyalı Vilmer Bey'in tahtı kumanda ve mesuliyetine tevdi edildi (sorumluluğuna verildi).
On sekiz de hep o muharebe ile geçiyor.
22'nci günü verilen malûmata göre düşman, cenup grubunda yani Seddülbahir civarında Kirte mıntıkasına şiddetle taarruz etmekte idi. Binaenaleyh cephemizde de ciddi veyahut nümayiş tarzında bir düşman taarruzuna intizar etmek (beklemek) ihtiyata muvafıktı (uygundu). Hakikatte o gün öğleden evvel bütün fırka cephesi düşmanın top, tüfek, mitralyözleri ile şiddetli ateş altına alındı. Düşman taarruzu vaki oldu. Gerçi umum cephede düşman ademi muvaffakiyete duçar edildi. Fakat Bombasırtı'nda iki siperimizi zapt ve işgal etti. 23 Mayıs günü biz siperleri istirdat ile (geri alım) ele geçirdik. Düşman tedbirler sayesinde ve bilhassa 27'nci ve 57'nci kuvvetini sabaha kadar teksif etmiş ve aleyhimize istimal edecek (kullanılacak) bir hale getirmişti. Fakat ittihaz olunan (alınan) tedbirler sayesinde ve bilhassa 27'nci ve 57'nci alayların kumandanlarının, zabitlerinin ve efradının kahramanlıkları sayesinde o siperler içinde bulunan düşman kâmilen itlâf (tam olarak yok) edildi. Bombalarla parça parça berhava oldular. Siperler elimize geçtiği zaman içerleri düşman cesetleriyle ağız ağıza dolu idi. O müthiş bir şeydi. İngilizlerden bir fert bile kurtulmamıştı.
Bu muharebe cereyan ettiği sırada Kemalyeri'ni teşrif etmiş bulunan Talât Pş. Hz.'leriyle İsmail Canbulat ve Doktor Nâzım Beyler o gün İngilizlerden iğtinam ettiğimiz (ganimet olarak aldığımız) maddi muharebe hatıralarına da maliktirler. Kiminde kurşun parçalamış bir İngiliz altını, kiminde ufak tefek nişanlar, dürbün parçaları filân vardır.
- O gün zâtıâliniz de Kemalyeri'nde mi bulunuyordunuz?
- Hayır, ben muharebe mahallinde (yerinde) idim. Kendileriyle telefonla görüştük. Bahsettiğim hediyeleri oradan gönderdim.
Düşmanın yalnız bu ufak muharebedeki zayiatı 3000'den fazla tahmin olunmuştu.
24 Mayıs'ta düşman yine fırka cephesine taarruz etti. Hatta ufak bir siperimize de girdi. Fakat neticede kâmilen telef (tam olarak yok) edildi. Yine dışarı atıldılar, mahvoldular.
26 ile 27'de yine bir şey yok 28'de öyle.
29'da düşman 31, 33, 34 numara verdiğimiz siperlere taarruz etti. Fakat çok zayiat vererek kovuldu. Bombasırtı'nda boyun noktasına mücavir olarak 14 Nisan günü taarruzdan sonra vücude getirilen bu siperler Arıburnu cephesinde 7-8 metreden 10 ila 12 metreye kadar düşmana yakın olan siperlerdi. Bu kurbiyet (yakınlık) ve sonra bu siperler üzerindeki hadiseler diyebiliriz ki, kendilerine bir mevkii mahsus ve bir şöhreti tarihiye temin etmiştir. Bu siperlerin karşısında bulunan düşman siperleri, gerileri Korkuderesi'ne inen bir yarın kenarında inşa edilmiş olmak itibarıyla bir mahiyeti mahsuseyi haizdir (özellik taşır). Mezkur siperlerdeki düşman daima ürkek bir halde idi. Bunun işte numaralarını söylediğimiz siperlerimize karşı faaliyetleri, tecavüzleri, hemen hiçbir gece eksik olmazdı. Üstünden bombalar atılmak, tahtezzemin lağımlar infilâkı ile bu siperlerimiz adeta bir cehenneme çevrilmekte idi. Tabii karşımızdaki düşman siperleri de hemen aynı halde idi. Düşmanın bombalarından vukua gelecek telefatı tenkis edebilmek (azaltabilmek) maksadıyla bu siperler üzerine kalaslar örttürmüştük.
Onlar bu kalaslara ikide bir ''mayii muhrik (sulu yakıcı) şişeler''i atıyorlar, siperlerde yangın tevlit ediyorlardı (çıkarıyorlardı). Kesif alevler ve dumanlar o siperlerin üstünden hiç ayrılmazdı. Tabii biz oralarda pek çok telefat vermekte idik. Fakat buna rağmen şeci (yiğit), mütevekkil askerlerimiz bütün bu yangın, lağım, bomba infilaklarına göğüs geriyorlar, şayanı gıpta bir metin azimle yerlerini muhafaza ediyorlar, düşmana mukabelede (karşılıkta) bulunuyorlardı.
30, 31'den ve 1 Haziran'dan 16 Haziran'a kadar mühim hadiseler yok.
Fakat Mustafa Kemal Paşa 16 Haziran'da fırkasının sağ cenahında cidden kanlı bir muharebe yapmış. Ve o günden itibaren 24 Temmuz'a kadar fırka cephesinde mühim hadise olmamış. Yalnız 29 Haziran'da yine düşman bir kısım cephemize taarruz etmiş ve tardedilmiş (uzaklaştırılmış). 24 Temmuz günü, fırkasının cephesine topçu ateşi başlamış. Bu ateş evvelce mutat (alışılmış) dahilindeki derecede imiş. Ancak öğleden sonra şiddetini peyderpey arttırmış. Düşman ...nci fırka cephesinde ve Mustafa Kemal Bey'in fırkasının sol cenahında bir taarruz hazırlığı ima eder surette, şiddetli topçu ateşi istimal etmekte imiş.<