ATATÜRK'ü Özleyiş 1 (Ruşen Eşref Ünaydın) -4-

Publié le 17/12/2015 à 17:21 par turnalar

ÖZLEYİŞ

İstanbul: 10 Kasım 1953

Yıllardır sesin duyulmadı! Sen var mı idin, yok mu idin; bir iki mürüvvetli dost anmasa, bilen kalmayacak! Sen ki hiçbirine hiçbir üstünlüğün yoksa da, onu söylemekte, ne mutlu sana, her birine kıdemin vardır! ''Aradan zamanlar geçti; şimdi artık sesini yorgunlaşmış bulacaklar olacaktır'' diye çekinme... Acısı gönlümde hâlâ ayrılığın ilk anındaki keskinlikte tüttüğünü, adı dilimden bir an eksilmediğini, eksilmeyeceğini bildiğin birini, ardı sıra herkesin önünde en gür sesinle anıp söylemekte, yazıklar sana, en geç kalan sen oldun diye yerinme!
İlkin O'nun buyruğu ile işe gönderildiğin yabancı illerde, on iki yıl, bu dönümlerde, O'nun yasından, yurdumuzun her bucağında olduğu gibi elçiliğimizde de yarıya inmiş bayrağımızın gölgesinde, gittikçe uçuklaşan kendi el yazıları ile çevrelenmiş, üzerine de O'nun en çok sevdiği bir al karanfil demetinin mahmur kokulu oyaları eğilmiş- resminin başı ucunda birkaç Türk arkadaşa konuşmaktan çok, ancak gözyaşları ile duyurulabilmeye çalışılmış bir özleyiş yeter olur mu? Bak, bir yıl geldi ki, işlemekten kaldım... Bir başka yıl daha geçti ki, o yıkıntının sarsıntısı sürdü... Davran artık; büsbütün toza toprağa karışmadan bir daha dincel, kalemim!
Söyleyeceklerin başsız sonsuz olurmuş; düzensiz bezensiz görünürmüş; arama! Elverir ki O'ndan söylesin! Bak, nice yıllar önce Çankaya'da, O'nun geceler içinde durmaz akar sular gibi coşkunlukla, bir şenlik akşamının gökyüzünde, binbir pırıltısını saçarak art arda açılan nur demetleri gibi aydınlıklı o usanmaz, doyulmaz sohbetlerinin birinden -gönüllerimiz hız ve vücutlarımız yorgunluk dolu- ayrıldığımız saatlere benzer bir saatte, bu sabah, güneşin ardınca yeryüzüne o, bir daha doğacak... Zaferden dönüyormuş gibi O'nu karşılamak için millet bir daha yollara dökülecek... O, göklere benzer derin mavi bakışları, güneşe benzer pırıl pırıl sarı saçları ve zarif endamı ile büyük Kamutay'ın kapısından görününce. Meclis'ten içeri aydınlık vurmuş gibi, ruhlar birden nasıl kamaşırdı ise... Kadını ile erkeği ile milletvekilleri ve dinleyiciler hep birden bir gök gürlemesi heybeti içinde nasıl ayağa kalkardı ise... O, yere değmiyor gibi hafif adımlarla, tartılı bir düşünce gibi yavaş yavaş kürsüye çıkarken, Büyük Kamutay'ın, saylavları ve dinleyicileri ile birlikte alkışları, varolları hızlı ve sürekli bir yaz yağmuru gibi dakikalarca, dakikalarca nasıl dinmezdi ise... Ve O, söze başlayınca ortalığı, rahmete kanmış bir güneşli ovanın, nefesleri bile duyuracak diri durgunluğu nasıl kaplardı ise...
O günler nerede! Günler ki her birinde O, kürsüden millete bir zaferini müjdelerdi. Ne zaferler! Ne zaferler! İnönü, Sakarya, Adana, Dumlupınar, İzmir, Edirne, Bursa, İstanbul; sultanlıkla halifeliğin ayrılması, Lozan, Cumhuriyet, halifeliğin kaldırılması, öğretimin birleştirilmesi, şer'iyye bakanlığının kabine baş üyeliğinden çıkarılması, ordunun siyasetle ilgilenmemesi, anayasa, laiklik, medeni kanun, şapka giyimi, harf değişimi, halkevleri, tarih ve dil kurumları, kadınla erkeğin hakta eşitliği, kadının belediye ve kamutay üyeliği... İsimler ki Erzurum'da Sıvas Kongresi kararını almasından, Sıvas'ta Misak-ı Milli'yi ana varlığın ilk şartı diye öne sürmesinden başlayın da Ankara'da Büyük Millet Meclisi'ni: ''Hâkimiyet milletindir'' inanı ile açtırmasına ve her zihinde yer etsin diye o inanı geceler içinde keskin bir ışık kudretinde doğan bir alın yazısı gibi altın bir levha halinde millet kürsüsünün başı üstüne ve herkesin gözü önüne koydurmasına doğru yürüye yürüye, önce daha İstanbul'dan beri aklında bir düşünce olarak yer etmiş; ruhunda bir tılsım olarak Anadolu'ya taşınmış muzaffer ve müstakil (bağımsız) bir yeni devlet yapısı hayalini, -yarısı içli dışlı düşman baskısında kalmış imparatorluk artığı bir viran yurdun çorak toprakları üstünde- isyanlar bastıra, çete vurgunculukları önleye, yangınlar söndüre, düzgün ordular kura, saldıranları geri ite, dille anlatılmaz bir söylemekle tüketilmez güçlükler yene yene ta bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'ni, -yılgınlıksız, usançsız bir mantık muhakemesinin yanılmaz gelişmesinin en güzel örneği sayılacak üstünlükte- ileri görüşlü; dünya milletleri arasında itibarlı; barışsever; dostluğu aranır bir medeni cemiyet biçimine getiresiye ve o cemiyeti ana çizgileri ile iç ve dış siyasetinin esasları ile el değdirilmez bir bütün varlığına eriştiresiye kadar devrim devrim gerçekleştiriyor!
Bunlar kitaplardan okuduğumuz efsaneler değildir; kendi gözlerimizle gördüğümüz ve O, yurdun kurtuluşunu, yeni devletin kuruluşunu tarihin uğultusu gibi vekarlı, mukadderatın hitabı gibi korkusuz sesinin unutamayacğımız ahengi ile gün gün anlatırken ağzından işittiğimiz gerçeklerdir!.. Bunlar, büyüklüğüne inandığı, gücüne güvendiği, hakkından emin bulunduğu milletinin cevheri ile O'nun kurduğu yapılardır!.. Ne Fidyas, Partenon'daki altın ve fildişi Atena'sına; ne Praksitel, Hermes'le tanrılaştırıldığı mermere; ne Mikel Angelo, Meryem'in rahim kucağına yatırıp dinlendirdiği İsa'da canlandırdığı Piyeta'ya; ne Rabbının yüzünü görmekle aydınlanmış alnının taşkın tümseklerinden akıl saçan ak sakallı Musa'ya; ne Golyat'ı deviren imanının bütünlüğü çıplak bedeninin pazısına vurmuş delikanlı Davud'a; ne Sistin duvarında ayaklandırdığı mahşer gününe; ne de Roden, o Sistin duvarındaki günle boy ölçüşen tunçtan düşüncesine; O'nun bu esere verdiği yükseklikte mana sağlayabilmiştir!..
Madem ki O, yeryüzüne bir daha doğdu!.. Hatta, madem ki, asırları kaplayacak büyüklükte yapıyı ömrünün on beş yılına sığdırmış O eşsiz mimar, tören günlerinde geniş omuzlarına kapanmış kanatlar gibi siyah pelerinin dalgalanmaları içinde göründüğü kamutay meydanına yakın bir yerde bir daha duruyor!.. Ve önünde generalleri saf saf olmuş nöbet tutup; etrafında millet günlerdir pervane olmuş, tavaf edip bekleşiyor! O ses nerede? Zafer kazandığı yiğitler ve şehitler meydanı Dumlupınar'daki nutkunda: - ''Benim milletim, Türk milleti'' diye dünyanın ufuklarını çınlatacak yetkide bir gürleyişle gökleri doldurmuş o yaratıcı, kurucu, inandıran, güvendiren ses nerede?..
O kimse ile kıyaslanamaz